29 Ekim 2007 Pazartesi

kaç kopyayız biz?

Hiç düşündünüz mü orjinal kişiliklerinizden

Kaç kopya çıkarılabileceğini?

Kaç farklı hayatı birarada yaşadığınızın far­kında mısınız?

İstemeden yaptıklarınız isteyip yapamadıklarınız, gündüz yapıp gece pişman oldukları­nızla nasıl çaresizce baş­ka başka dünyalara doğ­ru kanat çırpmaya

çabaladığınızı farkediyor musunuz?

Bir dost nikahının or­tasında birden bastıran hüznün, bir büyüğün ce­nazesinde karşılaştığı­nız eski bir sevgiliyle çı­kagelen coşkunun, sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarat­tığını biliyor musunuz?

Sınırlı bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun, durup, geride kaç farklı ayak izi bıraktığımıza dikkat ediyor musunuz?

Halen sinemalarda gösterilen "Multipli city" (Dördümüze Bir Eş) işte bu sorulara ya­nıt arıyor. Filmin kahramanı (Michael Kreaton) çağdaş bir hastalığın kurbanı; işinden başını kaldıramayan, oradan oraya koşturmak­tan ne evine, ne sevdiklerine zaman ayıramayan ve sonunda hiçbirşeyi doyasıya yasayama­dan bitkin düşen bir "işkolik"...

Bu çıkmaz sokakta debelenip dururken in­sanların benzerim üretmeyi başarmış bir genetik araştırmacıyla tanışıyor ve kendisinden bir kopya çıkarttırıyor. Böylece işine aslını, evine kopyasını göndererek durumu idare ediyor. Ancak zamanla bu da yetmez oluyor. Kopyalar önce üçe, sonra dörde çıkıyor. So­nunda aynı adamdan, çılgın, serseri, evcil, iş­kolik kopyalar türüyor.

Yönetmen Harold Ramis, güncel bir sûru­nu sinema teknolojisinin de yardımıyla ve mizahi bir dille perdeye taşırken, çağdaş İnsanın iç dünyasındaki kimlik krizini ve karmaşayı da olanca çıplaklığıyla sergiliyor.

Senaryoya bakınca sormadan edemiyorsu­nuz:

Sahi kaç kopyayız biz?

Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?

Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotoko­pimiz?

James Bond filmlerindeki kibar, yakışıklı ve aynı zamanda da güçlü İngiliz salon erkekle­rini hayran hayran izleyen kadın mı size daha yakın, yoksa motorsikletli bir James Dean serseriliğine tutulup maceralar özleyen mi?

Ne zaman Maryl Streep'in çehresindeki duruluğun ve gizemin büyüsüne kapılıp din­gin hayatlar hayal ettiğinizi, ne zaman herşeye boşverip Madonna'nın isyana ve günaha çağıran sesine koştuğunuzu kendinize itiraf edebilir misiniz?

Huzurlu bir dağ başında sadece ırmak şırıl­tısı ve kuş sesleriyle sakin bir hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarım ve cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı? Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız..?

Hangi kopyanız "Kaçıp gidelim uzaklara diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken...

Üfürükçülük adı altında bastırılmış içgüdü­lerinden cinsel fantaziler üreten din adamla­rını, ölümcül hırslarını sahte bir gülücükle maskeleyen siyaset ikonalarını, maçlarda bi­rer küfür mitralyözüne dönüşen kibar işa­damlarını görünce sistemin ne çok kopya ürettiğine şaşıyor musunuz?

Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve göz­yaşlarıyla örülmüş, çok kopyalı bir hayatı na­sıl kendinize bile söylemeye cesaret edemedi­ğiniz bir tür iki (üç-dört..?) yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi farkediyor musunuz?

Her akşam haberlerin karşısında genç me­zarların ardından gözyaşı dökerken, sonra nasıl birden unutup kendi bencil dünyanıza çekilebiliyorsunuz?

Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki kalın raporun sayfaların­dan oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı at­mak geçerken hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi ha­tırlıyorsunuz, üzülerek mi..?

Aklınızdan geçeni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor mu­sunuz?

Kopyalarınızı, orjinal kimliğinizle konuştu­ruyor musunuz hiç...?

İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?

Hangisinin ne zaman, nasıl ortaya çıkacağı­nı denetleyebiliyor musunuz?

Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misi­niz, yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benzi­yor?

Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?

Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç su­ret bırakacaksınız?

Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?

Sahi, kaç kopyasınız siz...?

Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz...?

Yalnızlığa alışmalı....

Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...

İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

Yalnızlığa alışmalı...

* * *

Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...

Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.

Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.

* * *

İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...

Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...

Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...

"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...

Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."

Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...

* * *

Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.

Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.

O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...

Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...

Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...

Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...

Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...

* * *

Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

Yollarla barışmalı...

Yalnızlığa alışmalı...

ruhumuzun köprüleri

Zordur köprüleri yakmak... Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir ya­rın heyecanının kanadına tutunarak havalan­mak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü ço­cuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür.

Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağ­rur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyet­lenmesi... Bugüne yenik düşenler, yarını sade­ce hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşar­lar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan ge­milerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar...

Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem... dönüşü yoktur...

* * *

Clint Eastwood'un son filmi "Madison Kasabasının Köp­rüleri" çoğumuza bir kez daha ruhumuzun derinliklerinde saklanan o yakılası köprüleri hatırlattı. Hayatı, sohbetsiz sofralara yemek hazırlamaktan ibaret, kendi halinde bir ev kadınının günün birinde kapıyı çalıveren bir yabancıyla ya­şadığı 4 günlük "yasak ilişki", içimizdeki şeytanın kapıları­nı çaldı. 40 yıl kendirli, kendinden bile saklamış bir kadının, 4 gün içinde kendisiyle tanışması ve 40 yıldır ıskaladığı bir mutluluğu bir "yabancı"da yakalaması, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere pek tanıdık bir duygu gibi geldi.

Sinema çıkışında ellerindeki küçük mendilleri gizli gizli göz pınarlarına bastıran hanımlarla, yaşlı gözlerini kara gözlüklerinin ardına saklamaya çalışan beyler, yasak bir

İlişkiye gözyaşlarıyla onay veriyorlardı adeta...

Yolboyu eşler birbirlerini yokladı, ihmal edil­miş heyecanlar çıkarıldı naftalinli sandıklar­dan... Kimi, köprüleri yeniden kurmanın yolla­rını aradı, kimi yakma vaktinin gelip de geçtiği­ni düşünürken...

* * *

Lakin zordur köprüleri yakmak...

Meçhul bir istikbal uğruna bugününden vaz­geçmek korkutur insanları... Mazinin hatıraları taze, dostluklar sıcak, kurulu düzen güvenlidir. Nitekim filmin kadın kahramanı da kendi köp­rülerini yakmaktan son anda vazgeçer. Ruhu­nun köprüleri yerine, cesedini ateşe vererek, bir imkansız aşkı, küllerin buluştuğu öbür dünyaya erteler.

Köprüleri yakmak cesaret ister... ama siz kararsızlanırken köprünün karşısından ışıl ışıl yeni bir hayat umudu inatla gülümser insana... Bir elte bugünün yerleşik­liğine tutunurken, öbürüyle yarın macerasına uzanmaya çalışır, arada çırpınır durursunuz.

Belki orayı bilmemek, bilmekten iyidir. Bilip de gidememek en beteridir çünkü...

* * *

Sinema çıkışında izleyicilerin düşünce balonlarında köp­rüler sallanıyordu. Eşler yolboyu birlikteliklerinin muhasebesini yaptılar, kimileri işi cesur bir hesaplaşmaya dönüştü­rerek, kimi kaygılarını dillendirmeye çekinerek...

Kimi evlerde eski aşklar tazelendi ve yeni köprüler ku­ruldu, ihmal edilmiş diyaloglardan... Kimi evlerde ise yeni­den sohbetsiz sofralara dönüldü... Rahat oturma odaları­nın kurulu düzenlerine sarılanlar, heyecan dolu bir aşkı beyinlerinde büyüterek kaşıkladılar yemeklerini..

...ve ertelediler, ruhlarının köprülerini kavuracak bir heyecan ateşini; o ateşin ancak cesaretlerini yakacağı güne kadar...



Can DÜNDAR

22 Ekim 2007 Pazartesi

zorla sev diyemezsin...

Her sevdiğin sevecek diye ağlıyorsun ama zorla herkes herkesi sevemez ki! Sırf iyi bir insansın, aşıksın, hayatının anlamı o diye, o seni sevemez ki!
Her şeye hükmedilebilir belki, her şeye sahip çıkabilirsin, belki bir gün dünyanın hakimi bile olabilirsin ama bir kalbe hükmedemezsin ki.
Her gece dua da edebilirsin, ona şiirlerde yazabilirsin, hıçkırarak saatlerce ağlayabilirsinde ama beni sev diyemezsin, sen sev desende o istese de zorla sevemez ki!!
Kalbi insanın söz dinler mi hiç!
Hafızası durur mu insan yüreğinin ve bir kalp boyun eğebilir mi o asilliğiyle?
En çok sevgisi karşılıksız olup, sevdiğini elde edebilmiş ama kalbindeki sevgiyi kazanamamış insanlara üzülürüm. Sevilmeyeni yanında tutmak kadar acı ve hüzünlü bir şey yoktur. Sırf sen seviyorsun diye acıyıp terk edilememek
hele en hazini en acısıdır. Zorla kimse kimseyi sevemiyor, ancak seveni bulduğunuz da mutlu olabiliyorsunuz. Bir de bizi sevipte bizimde sevdiklerimiz vardır ancak haberdar değilizdir.
Kalbimizde bir taş, boğazımızda bir yumruk oluşur da sevdiğimizi söyleyemeyiz.Kalp kırıklıkları aptalca gururlar hakim olur bütün duygularımıza,
küçücük bir hatayı bile büyütür devasa bir kabusa çeviririz. Bu eşimiz, sevgilimiz, annemiz, kardeşimiz hatta kendimiz bile olabiliriz.
Çok sevdiğimizden kırılmış kalbimizin, ya yine yaklaştırırsam yine kırılırsa diye korku ve panikle mesafeleri koyarız. Mesafeler önümüzde koca bir dağ olur,
dağlarda ki soğuk karlar kalbimizi üşütür yine yalnız kalırız da sevdiğimizi anlatamayız. Ta ki bir gün onları tamamen kaybedip gittiklerinde
ancak seni çok seviyorum diyebiliyoruz. Ama neye yarar o bizi duyamadıktan ya da geçen o sevimsiz vakitlerden, yıllardan sonra. Yakınlarında olduklarında affedebilmek ne mümkün, kaybettiğimizde kendimizi affedebilmek kadar imkansızdır. O kadar vakit azdır ki zorla sevdiremesek bile kendimiz sevdiğimizi ortaya koymalıyız. Kim bilir belki o da koyamayanlardandır.
Belki sizin kadar, sizin için acı çekiyordur. Onun da boğazında acı veren bir yumruk vardır. Belki sadece biraz gururunuz incinir, utanır acı çekersiniz incindiğiniz de ama , kaybettikten sonra, geç kaldıktan sonra söylemekten iyidir. O kahredici pişmanlığı yaşayıp, çaresizce gözünüzden yaşlar dahi akmamaya başladığında pişman olmaktansa. Göz yaşlarım neden akmıyor demektense, duygularını kendine küstürmeden sevdiğini söyle. Ama sever ama sevmez, dilinden o sözcükler dökülsün yeter. Yeter ki için de bir zehir kalmasın. Belki çok sevilir belki karşılık bulamazsın.
Olsun sevildiğini bilmekte, sevdiğini söylemekte güzel.
Sevgini tek başına yaşamakta
Sevilmiyorsan da zorla sevdiremezsin,
sevmiyorsan da zorla sevemezsin...

Bu gece yine ağladım...

Bu gece yine ağladım yokluğuna.. Gözyaşı damlalalarım sızarken dudaklarıma doğru, tuzu dilimdeki yarayı yaktı biraz daha... Bu gece yine ağladım sensiz şarkılarla... hayatı ezmek yok etmek istedim son bir kez daha ... neden bilmiyorum ama yine ağladım sabaha kadar... sitem etmek istedim içimden bişeylere bağıra çağıra ...

Belkide gözyaşlarım benim yerime tüm hararetiyle bağırmıştır avazı çıktığınca..
Bu gece bir kez daha ağladım sensizliğime, sessizliğime sessizce...

Tutmak istedim ellerini,beni öpmeni..Sıcak tenini hissetmeyi.. Bu gece bir kez daha özledim seni..
Hasreti yine yüreğime aldım ve ağladım bu gece... Kaderime kızarak, ama yine ağlayarak seni düşündüm bu gece...
Ne kadar çok isterdim yanımda olmanı, Çünkü benim bütün dünyam sadece sen olmalıydın, sadece seni görmeliydim ve bana sadece sen bakmalıydın...
Aklıma gelen tüm herşeye rağmen sıyırıp bedenimden senin yanına yolladım ruhumu... Kıskandı yine her geceki gibi seni içten içe yüreğim... Ve Sitem de etti, ağladıda gözlerim... Çünkü Sen Bana Bakmalıydın şimdi, Ve sadece benim olmalıydı gözlerin... Benim senin olduğum gibi sende sadece benim...
Düşünmek ansızın , ve apansız acılar hissetmek, bu gece bir daha yineledi her şey kendini... Ve ben bu gece yine ağladım, yine sevdim seni utanmadan...
Kıskandım, özledim ve ağladım...
Ve yine sadece senin oldum kendi kendime, yine yeminler ettim, yine dualar ettim, biliyorum bi gün bi yerde bedenim olmasada ruhum erişecek sana...
Bu gece yine ağladım, yokluğuna...
Geceleri yakmak istedim yine, yakıp yıkmak herşeyi her zerreyi yerle bir etmek, su olup söndürmek güneşi, senin yokluğunda beni ısıtmaya yetmeyen o güneşi söndürmek istedim
Bu gece yine tüm dünyayı ardımda bırakıp kaçmak istedim, yokluğundan kaçmak..
Yapamadım, her defasında ölmek istedim ama ölemedim, bu acıdan kurtulamadım...
Bu gece yine ateşi sardı bedenimi sensizliğin ve ben ağladım... Yine ruhum Can çekişti, yine boğazım düğümlendi, gözlerim yandı, üşüdü ellerim uzanmak, uzanıp tutmak istedim ama yapamadım... Sen yoktun ve ben yokluğunda kanadım...
Yok Olmak istedim binlerce defa yine bu gece... Yok Olamadım, sensizlikte varda olamadım...

Özledim ama sana anlatamadım, arayamadım, sesini duyamadım sadece ağladım...
Her şeyi sana Yazdım...
Ve Ben Bu gece yine ağladım...

NERDEN BİLECEKSİN Kİ..!

Sen bilir misin insan nasıl kendini unutur.nasıl haykırmak isterde sesi bogazında düğüm olur.konusmak istersin konusamazsın,kaçmak istersin kaçamazsın,hatta gözlerindeki yaslar bitmiştir,ağlayamazsın...

sen bilirmisin benzine su bulanmıs bir insan titrek,cılız bir kibritin aleviyle nasıl tutusur nasıl sokaklara,evlere,hatta kendine bile sıgmaz olur.düşünmek istersin düşünemezsin,unutmak istersin unutamazsın...

sen bilirmisin,nasıl bir örümcek kemirir durur beynini.Ey sevdiğim,bende bilmezdim bir zamanlar hatta düşünmezdim bile bu kadar acımasız değildir derdim insanlar.Ama oluyormus,ama öğretiliyormus insana.,

Yudum yudum ömründen çalıp,hayallerini,umutlarını,daha da ötesi kendini bile unutabiliyormus insan.
Haykırıyor,isyan ediyorum bazen kendime ama elden ne gelir bütün dertler,acılar yine benimle.olsun diyorum varsın buda olsun alışırım diyorum,işte bu arada bir mermi daha vuruluyor beynime.olmuyormus güzelim,alışılmıyormus bu acıya.

Acınında acısı vardır bende biliyorum.Ama kalbim kaldırmıyor artık,öylesine yorgun,öylesine gecmişim ki kendimden,artık insanlar bile vazgecer olmus benim bu halimden.zaman diyorum,ilaç diyorum,buda gecer diyorum.Ama itiraf edeyim mi sana buna artık bende İNANMIYORUM......

sevdam gerçek olmuş ne çıkar....

Bir damla sevdanın adıdır Gözyaşı..
Nefes almaya başladığında nerede sonlanacağını bilmediği bir yolculuğa çıkmıştır çoktan..
Sahibinin yüreğini yansıtan aynada hayatın bıraktığı izlerden süzülür usul usul.

Eğer dayanabilmişse benliğini kavuran hasrete,buharlaşıp uçmamışsa bütün umutlarıyla beraber gökyüzüne,artık vuslat zamanıdır,sevda dertlisiyle yürekle kucaklaşır..
Yürek,gurbetteki yolcusunu yıllardır bekleyen hancı gibidir..
Gözyaşına sinesini dostça açar,bilir dermanının yalnızca onda olduğunu..
Bütün kuytularına en kalın zincirlerle demir atmış sevdanın ağır yüklerini üzerinden atmak istiyordur artık..
''Bu zincirlerin anahtarı sensin,kurtar beni''der gözyaşına..

Gözyaşı,yolculuğunun anlamını keşfetmenin verdiği güçle her limanını bildiği bir okyanusu dolaşan denizci edasıyla zincirleri açmaya başlar..
Hasreti serbest bırakır önce,bütün özlemler kaybolur..
Ardından tutkuya koşar,aşkın belini büker..
Sıra son zincirdedir..

Sevdanın ilk zinciri olan Aşka endişeyle yaklaşır gözyaşı..
O kadar derine yerleşmiştir ki aşk,zincirin kopması yüreğin ölümü demektir..
Birden ürperir..''Ölüm mü,sevda mı?''diye sorar yüreğe..
Yürek son kez cesurca seslenir gözyaşına..
''Dünyanın adı yalan,sevdam gerçek olmuş ne çıkar?''...

SUÇ OLSA NEYE YARAR..

Kimliğimi unutmuş, akılsız yüreğim elimde
Zamana bir yolculuğa başlamışsam
Ve o zaman bir meçhule götürüyorsa beni,
Kavaklarımda yeller esmeye başlamışsa
Göğsümün hırıltısı değil,
Sevgi yapraklarımın hışırtısı ise aşina suratlarca duyulan
Suç olsa neye yarar,aklımın düşündükleri

Mavi bir düşün karanlığına esir olmuş
Giyinmişsem al sevdayı entari gibi üstüme,
Sigara dumanlarını almışsam
sen diye avucumun içine,
Gururum meyhane önlerinde
oluyorsam şarapçı şişesi,
Çözülmüşse etek düğmem iliğinden
Esiri olmuşsa hislerimin,
Suç olsa neye yarar,aklımın düşündükleri..

Akılsız yüreğim buselerini kondurduğunda
kalbinin üstüne;
Deniz martılarıyla buluşup oynaşıyorsa,
Aheste gönlüm haykırıyorsa sana coşkusunu,
Mavi bahar kokan saçlarında parmaklarım dolaşıyor
Unuttuğum, özlediğim kokular...
İliklerime kadar işliyorsa,
Ağzımdan çıkan sese engel olamıyor, boşboğazlaşıyor
Ve ipe sapa gelmez şeyler söylüyorsam,
Nabzımın hızına sayılar yetişemiyorsa
Yasıyorsam yaşamımdaki ilkleri,
Önceliğim sen oluyorsan
Suç olsa neye yarar,aklımın düşündükleri..

Güneş ve aya sitemlerim çoğalıyorsa yokluğunda;
Sevdan ile kalbimin derinleri acıyor,
Ateşlere düşüyorsam,
Gözlerim yağmurlar yükleniyor
kirpiklerim sel içinde kalıyorsa sırılsıklam,
Öldürüyorsam gece ve gündüzü,
Gömüyorsam kendimi karanlığın mezarlığına
Suç olsa neye yarar,aklımın düşündükleri..

Her bir sözün şiir seli oluyorsa sayfalarca yazdığım
Susuz kalmış gönülleri fetih ediyorsa dizelerim;
Ve her birinin sevgilisi oluyorsa okudukları
Kimi buluşuyor, kimi akıtıyorsa gözyaşlarını
Dağ, taş sırtındaki sessizlikten sıyrılıyor,
dile gelip şakıyorsa
Suç olsa neye yarar,aklımın düşündükleri..
Sen!!
Benim gülen yanım, diğer yarım
Ve kalbimdeki son yolcum
suç olsada aklımın düşündükleri


SENİ SEVİYORUM...

BIRAK BENİ NE OLUR..

Bir güneşli bahar sabahına sakla kendini...
Beni en uçsuz bucaksız deryalara bırak,arkana bakmadan git sonra...
Derin soluşlarda yaşanmış sevdalara koy kendini...
Beni öksüz yetim kalan saatlere bırak,öylece nefessiz kalayım..
Zamanın en anlamlı olduğu yıllara sığdır kendini...
Beni geçmişe at,acıların yaşanmakta olduğu diyarlara bırak, farkedilmeyeyim...

Sen güvercin misali mavilerin hakimiyeti olan gökyüzüne sal kendini...
Beni zindanlara kapat hem yüreğime,hemde bedenime vur kilidi...
Anahtarı ise bir mavi daha olan derin deryaya at bulunmasın...
Sen çiçeklerin yeşillenip filizlendiği dogada yürü,ağaçları yol bil kendine...
Beni susuz kurak bir çölün ortasında bırak,yol bulupta yürüyemeyeyim...
Bir damla su içemeyeyim,öylece öleyim fırtınalarda esen kumlar toprağım olsun...

Sen güle dokunmaya korkma dikeni batar diye üzülme...
Beni bir kağıt misali sar dikene,sonra sıkıca tut ellerinde kokusunu çektikçe
daha bir sıkı sar gülün bedenini aldırma bana senin ellerinden yanan canıma
bırak beni sen o güzel kokuyu soladur...

Sen kalabalık diyarlara götür bedenini güzel yüreklere sakla sevgini...
Beni kimselerin olamayacağı karanlıklara bırak,hayallerimle acılarımla
seni anlatan cümlelerimle,senden arta kalan
ufacık tebessümümle,yüreğimdeki o senli ateşle başbaşa bırak...
Nasılsa bulamaz beni kimse,bağarsam duyamaz sesimi
aslında istediğimde bu sadece ben ve hayalin
kimseler olmasınki sevemeyeyim,kimseler olmasınki gözlerine bakamayayım...
Ve kimseler olmasınki seni içimden söküpte atamayayım...
Beni buralarda bir başıma ama senli bırak...

Sen asla umudu eksik etme yüreğinden, güneşten saklama yüzünü...
Yıldızların altında durmaktan vazgecme
deniz kıyısından uzaklaşma, birgün sana mutluluğu getireceğine inan...
Beni düşünme arkanda bıraktığın diyarlarda arama,
sadece beni senli bırak,son nefesimde senli sensizlikte öleyim bırak...

O Yosun qözLerin Düşer qeceLerime ...


Duy, sesimi her yerden duy
Gör, yüzümü her yerden gör
Dön, sebebi halim başka
Kalp kırık dökük yenik aşka


Dön, sebebim olma gayrı
Dön, dünleri vur da öldür
Göm, geçmişi sildim çoktan
Yar adın emir gibi haktan


O yosun gözlerin düşer gecelerime
İlkbahar gelir kokunu verir
Her yanı sarar aşk büyüsü
Sevdiğim gülün dile gelir


Gücenmediysen, kırılmadıysan, darılmadıysan dön
Nasip olurda seni bulursam hesap sorarsan sor
Gülüm mü dersin ölüm mü dersin yeter ki ses gelsin
Bilirim senin için yaralı.

topla cümlelerimi dudaklarımdan

Ben'li çilelerin, ben'li pişmanlıkların bitti artık. Dilediğince özgürsün artık. Mavi gökyüzünün altında istediğin düş ülkelerine kanatlanabilir yüreğin…Dilediğin mevsimlerde delice ıslanabilir gözlerin…Bana çıkan tüm yolları adres defterlerinden sil artık..Adımın üzerini kalın harflerle işaretleyip kaldır beni hatıralarının en tozlu raflarına…Bana dair tek bir satır kalmasın , tek bir cümle olmasın dudaklarında..Madem sana acı çektiriyorum, madem ben sende pişmanlığı anımsatıyorum bırak bitsin bu çile..Ben sana acı çektirmek gelmemiştim..Ağır yaralı yüreğine umut diye girmiştim oysa..Şimdi sende " kanayan pişmanlık " olmuşken unut beni…Hiç yaşanmamış say yaşananları.. Ben'li hatıraların üzerine karanlığı ört ve kapat tüm perdelerini…..Bana kattıklarını, bana bıraktıklarını topla yüreğimden…Sözlerini, yeminlerini sök dudaklarımdan…Ama bir şeye dokunma ne olur…Seni " sen " diye seven yüreğime dokunma…Dokunma, acıtır yalnızlığım yüreğini..Dokunma, kanatır diz boyu karanlığım o ince dudaklarını….Hayatımda yenilmeye alışmışken senin yenilgine de alışırım ben…Ben nice yürekte canlı canlı gömüldüm senin zaferlerine de alışırım sevgili….Bırak dokunma kanayan yaralarıma..Cennet kokulu tenini sıçramasın kirli yüzümden akan yalnızlıklarım…Daha fazla acıtmasın pişmanlıklarda avutulmuş hatıralarım….

Topla cümlelerini dudaklarımdan…Her şey bitti artık…Ve her şey bitmişken, sana git demeyeceğim….Gitsen de tek bir kelime bile etmeyeceğim..Susmalıyım. Susuyorum…En derininden, en acısından suskunluğumda saklı cevaplarım sevgili… Belki de tüm cevaplarım soruların da saklı….

Ben en çok seni sevmiştim sevgili..…En çok seni…Yaralı yüreğimle gelmiştim sana…Acılarımla, yarımlığımla konuk olmuştum sana…Gözyaşlarında yıkamıştım ayrılıklarda tozlu yüzümü…Gülüşlerinde ısıtmıştım ayazda kalmış fakir gülüşümü…En çok seni sevmiştim ben..Acılarımız, yenilgilerimi ortaktı oysa.. Birbirimize en yakın halimizdi yaralı geçmişlerimiz..İpotekli yarınlarımıza aldırmadan sevmiştik birbirimizi..Delice ve bir o kadar duygu yüklü..Ama olmadı…Sözcüklerin içine sakladığın vedaları aldım bir gece…Gitmemi istedin..Git diyemediğin halde…Susmaların, bakışların, hüzün yüklü yarınların bana gitmemi söylüyordu….Artık tüm zaferler senindir sevgili..Tüm mutluluklar da ….Bana kalan acıları, bana bırakılan yenilgileri– sevgin için bedenimi yüreğimi semer bileceğim – sırtıma yüklenip gidiyorum…Kapıyı aralamana gerek yok sevgili..Sana geldiğim yollardan gitmeyi de bilirim ben….Gerek yok " en iyisine sen layıksın " sözleriyle avutulmuş devrik cümlelere…Ben iyi bilirim tozlu yolları….Gidiyorum, tüm zaferlerin başkumandanı olarak ayrılığın ganimeti olarak tüm hatıraları yakabilirsin..Ben'li tüm yaşananları da unutabilirsin…Artık söze gerek yok…Gitmeliydim ama bu kadar erken değildi..Gidiyorum bir bedende " yüreksiz " yaşamayı öğrenmeye gidiyorum..Gidiyorum öznesi çalınmış cümlelerde sana " susmaya " gidiyorum….Biliyorum sen bensiz de yaşabilecek kadar güçlüsün..Hayata kaldığın yerden devam edeceksin…Noktasız, virgülsüz…Oysa ben..Oysa ben yaşadıkça hep bir eksik vereceğim sabah ictimalarında..Hep bir sen eksik olacak nefes almalarım..Artık öznesiz paragrafların içinde yarım cümlelik olarak adam sayılacağım…Artık ben " sensiz " varolacağım….

Topla cümlelerini dudaklarımdan..Bana vaat edilmemiş yarınlarımı da yanına al…Bir de benimle yaşadığın mutlulukları. Bir de sana yazdıklarımı.Kötü bir gününde gözyaşlarını kurulamak için kuru bir peçete niyetine kullanırsın senli satırlarımı…Unutmadan bir teşekkür borçluyum sana; kısa bir süreliğine de olsa yarımlığımı, yalnızlığımı unutturduğun için…Ve de yaşattığın tüm mutlulukların için….Teşekkürler sevgilim….Giderken sakın ardına bakma…Gözlerin pişmanlıklarında, günahlarında kalmasın…Sana paylaştırılmış her acına ben yüreği kefil gösterdim..Sen yüzünü aydınlığa çevir sadece..İnan bana bensiz hayatta seni hep mutluluklar bekliyor olacak...Çünkü sensiz bir yerde yaşarken bile her nefesimde bin dua saklı olacak sana…

Artık mutluluğa kanatlanma zamanın geldi sevgili…
Bensiz olsan da;
Her güneş, gözlerine doğmaya,
Her rüzgar, saçlarında dolaşmaya gelecek…
Hadi git….
Varlığımda acı çekmektense,
Yokluğumda mutlu ol….
Çünkü; mutluluklar en çok sana yakışıyor sevgili…

"Topla cümlelerini dudaklarımdan…
Her şey bitti artık…
Maviler kadar özgürsün artık…
Dilediğince uçabilirsin….
Yolların hep Cennete çıksın sevgili…."

Bensiz hayatında mutluluklar dilerim…
Hoşcakal hüznüm/ hoşcakal yüreğimi adadığım ömrüm…..

Çoktan sobeledi hayat..

Kimilerine göre küçük,aldığım derslere göre büyük,uzun ve de paylaşılası bir ömür yaşadım.Gün geldi acımdan kıvrandım, gün geldi mutluluklara teğet geçtim,gün geldi yer çekiminden etkilenmeyecek kadar mutlu oldum ama yaşadım,hep hataya inat,hayatı seve seve yaşadım.

Pişmanlıklarım oldu zaman zaman..Bazense keşkelerle tükettim saatleri, yanlışlarıma teslim oldum.Pişmanlıklarımın en büyüğü ise aşktan yana oldu.

Hiç mi doğru insan çıkmadı karşıma.?
Çok mu iyi davrandım onlara.?
Çok mu merhametli oldum.?
Çok mu kadir kıymet bildim de yaranamadım.?
Cevapsız bir sürü soru...



Hoş.! İlişkilerim boyunca hep daha çok seven taraf ben oldum zaten.Gün geldi,bitti.Anladım ki yitip giden,zamana yenik düşen iyi anılmamak için elinden geleni yapıyor.Gel bana lanetler yağdır diyor.Her şeyimsin demedin ama.Hiç bir şeyim değilsin de diyor.İstiyor bunu.Başarıyorda...

Biliyorum.Gün gelecek,nasıl ki yanlışımı bulmuşsam doğrumuda bulacağım.Ve herşeyimsin kelimesini ilk kez ona söylenmeye değer bulacağım.İlk kez ona aşık olacağım.İlk kez ona yanacağım.İlk kez ona yaşayacağım,onun yanında huzur bulacağım.Şu sıra herkes doğrumu bulduğumu,elimdekine sıkı sıkı sarılmam gerektiğini söylüyor.
Sen doğrum musun peki.?
Gerçekten bir ömür aradığım sen misin.?
Her nefesi alışımda iyi ki varsın dedirten,ömrümü ömrüne,canımı canına katan sen misin.?
Bilmiyorum bunları şuan.Emin olamıyorum.
Tek bildiğim şey diğerlieri gibi değilsin.
Farklısın sen.!
Özelsin.!
Benimsin.!


Fakat hala zamanı var bazı şeylerin..Hayat akıp gitmeli biraz...Çocukluğumu özletmemeli bulunduğum zaman..Anı yaşamalıyım.

Çocukluğumu özlüyorum.
Yara bere içindeki dizlerimi...
Pamuk helvaya yapışmış suratımı...
Elma şekerine bulanmış ağzımı...
Yaramazlık yaptığımda annem göremesin diye saklandığım kapı arkasını..
Oysa..
Çoktan sobeledi hayat..

HANGİ FIRTINANIN SEFERİSİN..!!

Hangi güneşle doğdun sen sabaha
Hangi rüzgarla estin sen geceye
Hangi dalgayla vurdun sen sahile
Hangi yıldızla baktın sen gökyüzüne

Söyle hangi sabah yaktın beni.Hanrüzgarla vurdun sen yüzüme...
Herzaman varmış ilkler ve sonlar sen hangisiydin.ilkimmi,sonummu söyle...
Yada dur ben söyleyeyim...Ben çok ilkler gördüm,ama hiçbiri bu kadar acıtmamıştı...Hiç bu kadar yakmamıştı ve hiç bu kadar sızlatmamıştı yüreğimi...
Sen hangi seferin fırtınasısınki;aşamıyorum,yenemiyorum seni...
Tıkanıyor yollarım fırtınandan şiddetinde parçalanıyorum...

Hangi yağmurla yağdın sen üzerime
Hangi karla düştün sen saçlarıma
Hangi ateşle yaktın sen yüreğimi
Hangi nemle kaldın sen gözlerimde

Söyle nasıl ıslattınki beni kuruyamıyorum...Nasıl düştünki üstüme bu beyazlardan kurtulamıyorum...Nasıl bir gidiştiki bu sendeki gidiş ben hala titriyorum...
Nasıl baktınki bana o gözlerinle,ben hala ağlıyorum..hayalin düşmeyi versin aklıma
ben heran tükeniyorum.Nasıl bir ateşsinki sen bir kartanesi gibi eriyorum...

Sahi söylesene sen hangi fırtınanın seferisin...

Dayanamıyorum.....

Çok fazla hayallerim olmadı benim;
Camların arkasında gökyüzüm siyahtı hep benim.
Ne elimi tutuacak birileri nede ayağa kalkabilecek gücüm var..
Kırık dökük bir sandalda;baktıgım deniz gri benim..
Karanlıklar ülkesinin yalnızlıklar prensiyim ben.
Ne vefalı bir sevgilim nede sevmeye dayanabilecek bi kalbim var benim..
Yoruldum her buldugumda kaybetmekten,zafere giderken de yenilmekten...
Koskaca dünya bana zindan..

Hayallerimi çaldılar benden maviliklerimi aldılar beyazımı götürdüler..
Geriye kalan renklerim karanlıkta göremedim..
Ayrılılğının yıldönümü bugün bitanem..
Bitsin artık kararsın dünyan dediğin gündeyim...
Aklımdan çıkmıyor son sözlerin..
Zehirli oku çıkarmak mümkün değil,indikçe iniyor derinlere;daha da acı vererek kalbime.
Hapsettin beni karanlıklar ülkesine..
Anahtarınıda aldın yanına.
Sana sesleniyorum...

Kalp yangınım,imkansızım,vefasızım..
Ya dön geri yada ver renklerimi..
Aç üzerimdeki kilitleri kurtar beni siyahlardan imkansızlıklardan
DAYANAMIYORUM ARTIK...
Ne olur dön geri

NERDE BENİM BAŞLANGIÇLARIM..NERDE.?!!

Gecelerden, karanlıktan korkuyorum artık..Çünkü artık gece demek benim yalnizliğim demek..Gece demek, sensizlik demek..Gece demek gözyasi demek, hüzün demek..

Hayat denilen sey varmi yokmu bilmiyorum..Yasiyor muyum var miyim yokmuyum onu bile bilmiyorum.Sanki bir Hiç'im..Bilinmezlerin icinde kaybolmusum sanki..

Gidecek hicbir yerim yok..Kendi kendime yeter hale gelmisim artik.Ya da öyle kandiriyorum kendimi. Avutuyorum..Tek sen değilsin diyorum bu durumdaki ve yine bosveriyorum kendimi..

Ama nereye kadar..Herseyin bir sonu vardir demezler mi..Her son bir baslangic demezler mi..Nerde kaldı benim acılarımın sonu..Nerde,neden gelmedi benim başlangıçlerım..Neden hep sonlarda kaldı yüreğim..Neden hiç bir zaman başladığını bitiremeden ortada kaldı yüreğim..

Ne yaptim ben bunları hak edecek.
Delice sevmekten, sevmeyi istemekten baska..

Simdi anliyorum ki Ben zamansizlikta yasiyorum..Ne baslangici var biseylerin ne sonları.Ortalarda kalmisim.. Zaman yok..Saat yok..

Geçmiş yok..Gelecek yok..
Başlangıç yok..Son yok..

Şimdi ise hayatımda beklediğim tek bir SON kaldı..

1 Ekim 2007 Pazartesi

Sen Yokken Biraz Daha Ölüyorum Ben

Sen yokken biraz daha ölüyorum ben
Gönlüm sonbahar, yaprak yaprak dökülüyor
Her mevsim kış, hergünüm gece
Sonu yok yolların, yarını yok saatlerin

Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında
Kokusu yok çiçeklerin, gök kuşağının rengi yok
Ateşi yok sevmelerin, sigaramın dumanı yok
Gözlerin her yerde, ne yana baksam gözlerin
Ve ben biraz daha ölüyorum gözlerinin ortasında

Alevi yok yangınların, suyu olmadığı gibi yağmurun
Denizin mavisi yok, tıpkı gözlerin gibi
Gözlerin her yerde, ne yana baksam gözlerin
Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında

Dostu yok gecelerin, geceler çok uzun
Geceler bir ömür, ömür dediğin bir tutam ümit
Ümidi yok yarınların,
Tıpkı senin yokluğun gibi
Ve ben biraz daha sana hasret
Hasret bir ip boğazıma düğümlenmiş
Düğümler her tarafımda, bütün yollar kör düğüm
Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında

Yalnızlığını ben yazarım şiirlerin, ayrılığını ben
Karamsarlıkları hep senden
Hayalinle süslenen bu şehir
Ve ben ölüyorum bu şehirde sensizlik ortasında

MaviKalem
Adem Canpolat

30 Eylül 2007 Pazar

Gece ve gündüz

Yanlış mıydı bütün korkularımız
korkularımızın arkasına saklanıp bir şeylere
Haksızlık mı ettik hayatın bize yaptığı gibi
Ben gecenin karanlığından değil gündüzden korkuyorum
Kefenin rengi beyaz değil miydi gündüz gibi aydınlık
Mezar taşımız ya
Gece dürüsttür saklar bütün ayıplarımızı,
Dürüsttür işte kimler kötü söyler gece
Gece cömerttir unutturur, unutmak istediklerimizi
Gece, sevecendir alır bizi koynuna vardırır sabaha uyutur bizi kendisi uyumadan
Gece, dünyanın kendi doğası vardır güçlüler görür sabahı
Gecedir bizi aşka getiren
Ve gecenin karanlığı değil midir gündüzün hayallerini verdiğimiz
Gece insaflıdır unutturur bütün acıları
Gece değil midir aynaya bakmadan sokağa çıkabildiğimiz
Oysa gündüz kalleştir bütün acıları serer önüne
Gündüz değil mi herkesin maskeyle dolaştığı
Gündüz değil mi iyiyi kötüyü saklayan..

farkındamısın?

Senin, o masum çehrenle bütünleşmiş gözlerini,
hafızama kaydettim...
El yazması, göz nurun olan gül kokulu vecizeleri,
kalbime hapsettim...
Seni bir daha silinmemek üzere benliğime yazdım.
O siyah, gür saçları yolunu gözlerken ağarttım.
Gülen gözlerimi ağlattım... Farkında mısın?

Farkında mısın?
Kırdım sana şiir yazan elimi.
Kestim ismini sayıklayan dilimi.
Kör ettim resmine bakan gözlerimi.
ve... öldürecektim senin olan kalbimi...
yapamadım..
Farkında mısın, sana kıyamadım...
Sana kıyamadım.

ayrılığa sözüm var unutmuycam seni...

gözlerinin tuzu yakmaya başlar önce yüzünü
yüzün yanar sanırsın oysa yanan yüreğindir
ızdırabını çektiğin nedir yaşadığın mı yaşayıpta hayatından
atamadığınmı
gene yalnızlığa oynuyorsun zarlarını...
bu kumarı kaybetmek için oynuyorsun
içim acıyor sanki binlerçe bıcak yarası var vucudumda
binlerce acı gücümün yetmediği bir acı
ne çığlık atacak nede ağlayacak gücüm var .......
susmak ........
bütün acıların çığlık çığlığa haykırırken susmak ...........
ellerin soğukmu ......
sesin duyulmaz olur hayatmı hırsız ..
kadermi hırsız ..
senden çaldığı sadece bir sevgimi
gelmişinmi geçmişinmi geleceğinmi ..
rüyalarındaki sıcaklıkmı senden çalınan
seni bu soğukluktan kurtaracak kibrirtlerin yokmu
yokmu herkibrite sakladığın hayallerin
soğukluğa teslim ediyorsun herşeyini
yaraların uyuşuyor acılar hisedilmiyor
dönüp kendine baksan kan revansın
şuursuz bir acısızlık
hisedebilmek .......
senden çaldığı budur hayatın
hisedebilmek......
keşke sengibi unutabilsem herşeyi

neden bu suskunluğum...

sor bir:
neden bu suskunluğum...
neden bu yorgunluğum...
neden bu boşluğum...

cevabı bilinen soruları sormaya gerek olmadığını unutmuşum!

boşver!

duyma

şiirler, mısralar, sözler, mektuplar, yazılar... ve daha birçok şey... sevgilinin yokluğunda sevgili içindir.

o hep, ona karalanır. uslanmadan karalanır. ve uslanılmaz da yanıtsızlıktan. zaten cevap beklenilse, yazılmaz.
belki bekleyenler de vardır, ben beklemeyenlerden bahsediyorum.

düşlerken, düşlenmeyi beklemeyenlerden, en çok da benden...

beceremediğim tek şey durdurabilmek ve tüketebilme kalemimi. gerçi çabam da yok ya... her an, her şekilde, yazar buluyorum kendimi:

bazen parmağımın değdiği tuştan kelimeler türüyor...

bazen kenarları boş kalmış çalışma sayfalarına mısralar dökülüyor...

kırılmışsa ucum, diyorum kodla beynine, kaybolmasın, bir zaman paylaşırsın...

yazıyorum işte...

satırlar uzadıkça ömrüm mü kısalıyor,
yıllar mı çürüyor,
nefesim mi eksiliyor...
yaşlanıyor muyum...

bak, soru işaretleri yok artık.
hep üç noktalar var. bilinmezliğine çıktığım yolculuğunda, iki noktalara, açıklamalar ihtiyacım yok. ben cevaplarımı kendim veririm. beceremediğimde ise, sorları çizerim...

satırlar uzadıkça ömrüm mü kısalıyor...
yıllar mı çürüyor...
nefesim mi eksiliyor...
yaşlanıyor muyum...

uzattım ve bir yere varamadık yine...

ama susmuyorum...

seni özlemeye gidiyorum

Bir güneş yanaşıyor ufuklarıma
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Işıl ışıl
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
İşte o an ben
Henüz hareket etmiş olan
Gecenin arkasına asılıp
Seni özlemeye gidiyorum....

Bir bulut yanaşıyor gözlerime
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Damla damla
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
İşte o an ben
Hüzün gemilerine binip
Senı özlemeye gidiyorum....

Bir rüzgar yanaşıyor yüreğime
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Efil efil
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
işte o an ben
İçimdeki fırtınaya tutunup
Seni özlemeye gidiyorum....

Bir gece yanaşıyor düşlerime
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Renk renk
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
İşte o an ben
Kabusların içine karışıp
Seni özlemeye gidiyorum....

Geldiğinde yoksam eğer
İnmiyorsam ellerine yanaşan dokunuşlardan
Bil ki
Seni özlemeye gitmişim

Ne zaman dönerim bilmem