30 Eylül 2007 Pazar

Gece ve gündüz

Yanlış mıydı bütün korkularımız
korkularımızın arkasına saklanıp bir şeylere
Haksızlık mı ettik hayatın bize yaptığı gibi
Ben gecenin karanlığından değil gündüzden korkuyorum
Kefenin rengi beyaz değil miydi gündüz gibi aydınlık
Mezar taşımız ya
Gece dürüsttür saklar bütün ayıplarımızı,
Dürüsttür işte kimler kötü söyler gece
Gece cömerttir unutturur, unutmak istediklerimizi
Gece, sevecendir alır bizi koynuna vardırır sabaha uyutur bizi kendisi uyumadan
Gece, dünyanın kendi doğası vardır güçlüler görür sabahı
Gecedir bizi aşka getiren
Ve gecenin karanlığı değil midir gündüzün hayallerini verdiğimiz
Gece insaflıdır unutturur bütün acıları
Gece değil midir aynaya bakmadan sokağa çıkabildiğimiz
Oysa gündüz kalleştir bütün acıları serer önüne
Gündüz değil mi herkesin maskeyle dolaştığı
Gündüz değil mi iyiyi kötüyü saklayan..

farkındamısın?

Senin, o masum çehrenle bütünleşmiş gözlerini,
hafızama kaydettim...
El yazması, göz nurun olan gül kokulu vecizeleri,
kalbime hapsettim...
Seni bir daha silinmemek üzere benliğime yazdım.
O siyah, gür saçları yolunu gözlerken ağarttım.
Gülen gözlerimi ağlattım... Farkında mısın?

Farkında mısın?
Kırdım sana şiir yazan elimi.
Kestim ismini sayıklayan dilimi.
Kör ettim resmine bakan gözlerimi.
ve... öldürecektim senin olan kalbimi...
yapamadım..
Farkında mısın, sana kıyamadım...
Sana kıyamadım.

ayrılığa sözüm var unutmuycam seni...

gözlerinin tuzu yakmaya başlar önce yüzünü
yüzün yanar sanırsın oysa yanan yüreğindir
ızdırabını çektiğin nedir yaşadığın mı yaşayıpta hayatından
atamadığınmı
gene yalnızlığa oynuyorsun zarlarını...
bu kumarı kaybetmek için oynuyorsun
içim acıyor sanki binlerçe bıcak yarası var vucudumda
binlerce acı gücümün yetmediği bir acı
ne çığlık atacak nede ağlayacak gücüm var .......
susmak ........
bütün acıların çığlık çığlığa haykırırken susmak ...........
ellerin soğukmu ......
sesin duyulmaz olur hayatmı hırsız ..
kadermi hırsız ..
senden çaldığı sadece bir sevgimi
gelmişinmi geçmişinmi geleceğinmi ..
rüyalarındaki sıcaklıkmı senden çalınan
seni bu soğukluktan kurtaracak kibrirtlerin yokmu
yokmu herkibrite sakladığın hayallerin
soğukluğa teslim ediyorsun herşeyini
yaraların uyuşuyor acılar hisedilmiyor
dönüp kendine baksan kan revansın
şuursuz bir acısızlık
hisedebilmek .......
senden çaldığı budur hayatın
hisedebilmek......
keşke sengibi unutabilsem herşeyi

neden bu suskunluğum...

sor bir:
neden bu suskunluğum...
neden bu yorgunluğum...
neden bu boşluğum...

cevabı bilinen soruları sormaya gerek olmadığını unutmuşum!

boşver!

duyma

şiirler, mısralar, sözler, mektuplar, yazılar... ve daha birçok şey... sevgilinin yokluğunda sevgili içindir.

o hep, ona karalanır. uslanmadan karalanır. ve uslanılmaz da yanıtsızlıktan. zaten cevap beklenilse, yazılmaz.
belki bekleyenler de vardır, ben beklemeyenlerden bahsediyorum.

düşlerken, düşlenmeyi beklemeyenlerden, en çok da benden...

beceremediğim tek şey durdurabilmek ve tüketebilme kalemimi. gerçi çabam da yok ya... her an, her şekilde, yazar buluyorum kendimi:

bazen parmağımın değdiği tuştan kelimeler türüyor...

bazen kenarları boş kalmış çalışma sayfalarına mısralar dökülüyor...

kırılmışsa ucum, diyorum kodla beynine, kaybolmasın, bir zaman paylaşırsın...

yazıyorum işte...

satırlar uzadıkça ömrüm mü kısalıyor,
yıllar mı çürüyor,
nefesim mi eksiliyor...
yaşlanıyor muyum...

bak, soru işaretleri yok artık.
hep üç noktalar var. bilinmezliğine çıktığım yolculuğunda, iki noktalara, açıklamalar ihtiyacım yok. ben cevaplarımı kendim veririm. beceremediğimde ise, sorları çizerim...

satırlar uzadıkça ömrüm mü kısalıyor...
yıllar mı çürüyor...
nefesim mi eksiliyor...
yaşlanıyor muyum...

uzattım ve bir yere varamadık yine...

ama susmuyorum...

seni özlemeye gidiyorum

Bir güneş yanaşıyor ufuklarıma
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Işıl ışıl
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
İşte o an ben
Henüz hareket etmiş olan
Gecenin arkasına asılıp
Seni özlemeye gidiyorum....

Bir bulut yanaşıyor gözlerime
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Damla damla
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
İşte o an ben
Hüzün gemilerine binip
Senı özlemeye gidiyorum....

Bir rüzgar yanaşıyor yüreğime
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Efil efil
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
işte o an ben
İçimdeki fırtınaya tutunup
Seni özlemeye gidiyorum....

Bir gece yanaşıyor düşlerime
Açıyor kapılarını
İniyor yolcuları tek tek
Renk renk
Bir tek sen olmuyorsun içlerinde
Benim beklediğim sen..
İşte o an ben
Kabusların içine karışıp
Seni özlemeye gidiyorum....

Geldiğinde yoksam eğer
İnmiyorsam ellerine yanaşan dokunuşlardan
Bil ki
Seni özlemeye gitmişim

Ne zaman dönerim bilmem

Kalemim kırıldı yar, bu masal noktasız artık..

Yorgunum, ağzımdan düşürdüğüm son-baharla,
kendime sürgün yitik adreslerden geliyorum.

Dinle bak; kavgalarımı susturdum.
Kundaklanmış sığınaklarımdaki bitap vurgunlarımı dağıttım.
Tedirginim; hasretin voltasında gölgesiz kaldım.
Adın yitik, sesin yitik, mevsimin yitik…

Ölüme rehin ömrümün sağanak kayıplarını,
ruhsuzluktan acuze bedenimin arka sokağına astım.
Nerede, nereye esir bilmem avuntum yitik…

Kısır sancılı düşler vurulur bileklerime.
Sen gitmeler topladın ceplerine, ben intiharlar dilime.
Sen düşler sattın aşka, ben korkular yalnızlığa.

Görmedin; ayrılığın satırbaşında, son damla mavi gözyaşıma düşürdün gözlerini.
Düştükçe yandım, yandıkça kanadım, kanadıkça sana çoğaldım.
Her çoğalmamda kendime eksilen sen yanımla aşka çattım.

Ben gözümü ölüme açtım, önüme sen uzandın.
En çok sen kesilmiş soluğumdan asıldım.
Bilmedin; vakitsiz gitmelerine tökezlerken sol yanım,
ben çocuk yanımın ayrılık yaşındaydım.
Biraz durgun, biraz yorgun, biraz yabancılaşmıştım.

Sür beni şimdi yörüngesi kendi içinde kayıp kentinin yedi tepesinden.
Zehir zemberek intizar kokulu soluğuna kat hadi.
Artık; ne ucu yanık ayrılık yaşıma, ne dilime mahkûm müebbet suskunluğuma,
ne de hüküm giymiş zamanda eksilen “sen” hücrelerime uğramam bir daha…

Kalemim kırıldı yâr, bu masal noktasız artık.
Adın dilimde kırık, adın içimde kırgınlık, adın gölgemde...

Sonu Ben Olamadım...Git

Bir masum bakışınla geldiğin gibi
En zalim gülüşünle git...
Sana ağladığım sessiz gecelerimi bana bırak
Başkasının kollarına en sonsuz çığlığınla git...
Hani ömrüm,sonum sen olacaksın demiştin ya
Ben sonun olamadım şimdi sonuna git...

Senden bana bir acı tebessüm kalsın sadece
Anılarımızı yakta öyle git...
Işığım olmasanda koyu karanlıklarda
Bir kibrit çakarım umutlarıma düşünme git...
Kaybolmuş olsamda puslu soğuklarda
Ayak izlerini yüreğimden sil de git...
Ben kovamadım seni şu deli gönlümden
Kalbime hapsolmuş yüreğini al da git...
Sende öğrensem de aşkı da acıyı da
Sahte sevdanın küllerini savur da git...

Hiç bakma giderken ardına
Ben bir şiir daha yazarım onu basarım yüreğime git...
Hiç düşünme yarıda bıraktığını
Sana yıpranmış yüreğimi avuçlarıma bırakta git...

Ben en çok seni özledim

Ben en çok seni özledim
Sana sarılmayı,
Sımsıcak kalp atışını
Ve ellerimin arasından
Akıp giden saçının titreK
Tellerini özledim.

Ben en çok seni özledim
Derinliğinde kaybolduğum
Gözlerine ne demeli bilmem.
Beni sonsuzluğa sürükleyen
Ve ansızın hüzünlerin en çıkmazına iten
O derin ve
Güzel gözlerini özledim.

Ben en çok seni özledim
Sesindeki çocuksuluğu,
Varlığındaki çoşku ile
Kederin o muhteşem yoğruluşunu,
Olmadık zamanlarda
Olmadık benzetmelerini,
Mesela ile başlayan
Ve insanın ruhunu okşayan
Hecelerinin kelime olmaya
Koşuşunu özledim.

Ben en çok seni özledim
Yorgun bir akşamda
Yürürken kaldırımlarda
Sensizliği solumayı
Ve sensizlikle yürümeyi özledim

Ben en çok seni özledim
Seni seviyorum
Deyişin içindeki seni
Ve şiirlerdeki her bir satırın,
Sana dönüşünü özledim.

Ben en çok seni özledim
Yağmur yağarken üzerime
Gözyaşlarımı bırakıp gökyüzüne
Başka bir yağmurla sana yağsın diye
Umut etmeyi özledim…

Ben en çok seni özledim
Kalbindeki insanlara rağmen
Orada sıkışacak bir yer bulmak
Ve dışarda kalmamak için yaptığım
Çırpınışları özledim…

Ben en çok seni özledim
Sen,
Kimi özledin…

28 Eylül 2007 Cuma

Kanla Karışık Yağmur

Kanla Karışık Yağmur

Kanla karışık yağmur yağıyordu gözlerinden.... Yere düşen notaları kırmamak için dikkatle basmaya çalışıyordu küçük ayakları... Gözle görülemeyecek kadar küçük mutluluklar eşlik ediyordu yere düşen notalara. Onlara da dikkat etmek lazımdı kırmamak için bir cam edasıyla....

Sessizleşti ortam, düşlere karıştı gerçek. Zaman yalan oldu, kan gövdesini başka bir yere götürüyordu, ona sormadan... Takip ediyordu kırmızı ayak izlerini, ya da o öyle sanıyordu, çünkü kendi izleriydi, yerlerde, notaların yanında kıpkırmızı parlayan...

Kanadı kırık kuşu kim getirmişti, ne işi vardı bu sahnede onun? Onunla ilgilenebilir miydi, zihninde ölü kuşlar yatarken, kanat sarmayalı ne kadar zaman olmuştu sahi? Sorumluluğunu alacağı kaç kuş olabilirdi, kaç kuşu sığdırabilirdi düşlerine?

Sessizliği bozdu, kusuyordu. Içinde bir şey kalmayacakmışçasına kusuyordu. Rahatlıyordu, iğreniyordu, utanıyordu. Kimden utanıyordu? Kanadı kırık kuş, cam kırığı notalar ve mutluluk parçaları... Mutluluk birikintileri... Seçemedi... Gözleri de seçememeye başlamıştı, ayakları kan revan içinde kalmıştı; nota parçaları, kırıntılar ayaklarını kesmişti. Aldırmıyordu.

Kötü bir koku, can acısı, karanlık, sessizlik. Gözlerini sildi elleri kanadı. Ellerini sildi mendil kanadı. Kandıramıyordu artık kendini, hayal kuramıyordu eskisi gibi... Canını yakıyordu bu, daha çok içkiye ihtiyacı olduğunu biliyordu ama tedariksiz davranmıştı. Hep tedariksizdi. Bundan mı canı yanmıştı yoksa notalar çok mu sivriydi? Yoksa mutluluk çok mu acıydı





Melis Zararsız

26 Eylül 2007 Çarşamba

seni sevdiğim için özür dilerim


Yapraklar dökülecek ardımızdan..Sonbahara dönecek şimdi bu bahar vakti mevsimler.. Çünkü bitişi vuruyor saatler.. Bembeyaz bir örtü kaplayacak her yanı, soğuk..İçim üşüyecek sen yanımda yoksun diye.. Kal diyeceğim de, gitmeyi isteyen benim galiba.. Gidiyorum diyorum, bu dönemeçten sonrası yok diyorum..Olmuyor.. Sana yakınken başka bir sevdaya dokunulmuyor.. İçim üşüyor sevgili.. Değince tenin tenime ısınıyorum da yokluğun buna fırsat vermiyor. Keşke diyorum ve susuyorum, çatışıyorum sonra kendimle..Sana yalanlar söylüyorum..Kendime söylediklerimden daha hafifler.. Olmuyor.. Biz dediğin, yıkık bir kentin sevdaya yanık çocukları, ayrı düştük ama aynı yürekteyiz..Şimşekler çakarken senin gözlerinde benim içime düşüyor fırtınalı yağmurlar.. Bak yine yağmur var dışarıda, ılık esen rüzgar ve yine İstanbul, aklıma düşüyorsun.. Konuş benimle ve söyle, ne var bize dair yüreğinde.. Git diyorsan giderim, üç beş kırık cümle bırakarak geride..Sadece sevmiyorum de, geriye kalanları düşünme..Zaten soluyor susuz kalan aşk, dokunup dökme.Sonsuzluğa çıkan bir ses var içimden şimdi..Belki bir yakarış gibi, belki de çaresiz;Ben hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki.. Bana sevdalı gözlerin vardı ya bir zaman.. Şimdilerde saklamaya çalıştığın.. Giderken yalnız onlar saklı kalır yüreğimde..bunu da çok görme...